HDK Eşsözcüsü Kenanoğlu: Abdullah Öcalan’a yaklaşım Kürtlere yaklaşımı belirler 2025-12-28 09:02:19 İSTANBUL - Abdullah Öcalan’a yaklaşımın Kürtlere yaklaşım anlamına geldiğini belirten HDK Eşsözcüsü Ali Kenanoğlu, “Sen cezaevi koşullarında onu tutarsan, Kürt meselesi de aynı koşullarda tutacağın anlamına gelir. Abdullah Öcalan’ın yaşam koşulları, özgürlük olanakları sağlanmalı” dedi.  Türkiye ve Kürdistan genelinde 2025 yılı Barış ve Demokratik Toplum Süreci ile birlikte birçok önemli gelişmenin yaşandığı bir yıl oldu. Türkiye’nin kuruluşuyla paralel açığa çıkan Kürt sorununun çözümüne dair Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu 27 Şubat çağrısıyla birlikte siyaset alanında büyük bir hareketlenme yaşandı. Genel hareketlenme halinin ve barışın toplumsallaşması için de siyasi parti, kongre, kadın örgütleri birçok çalışma yürüttü. Bununla paralel olarak CHP’li belediyelere yönelik operasyonlarla çok sayıda kişi tutuklandı.    Tüm bu gelişmelerin yaşandığı 2025 yılında sahada olan Halkların Demokratik Kongresi’nin Eşsözcüsü Ali Kenanoğlu, bir yılda yaşananları ve yürüttükleri çalışmalara dair Mezopotamya Ajansı’na değerlendirmelerde bulundu.    Barış ve Demokratik Toplum Süreci Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat çağrısıyla başladı ve devam ediyor. Bu çağrıyı ve bu çağrı paralelinde ilerleyen süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?   Bu sürecin ve çağrının özünde Kürt sorunu vardı. Cumhuriyet tarihinden ele alırsak yüz yıldır bu topraklarda yaşayan bir Kürt sorunuyla karşı karşıyayız. Bu sorunun çeşitli aşamaları oldu. İsyanlarla karşılaşılmış. İnkar, imha, katliamlar, direnişler, buna karşı demokratik ve silahlı alanlarda mücadeleler verilmiş. 2025 yılı bu yüzyıllık tarih içinde en önemli noktalarından birisiydi. Çünkü 2025’te diğer birkaç süreçte olduğu gibi müzakere, demokratik yol yöntemlerle çözülmesi konusunda atılan bir adım yaşadık. O anlamıyla 2025’i ayrı bir yere koymak lazım. Fakat kendi özgünlüğünde düşündüğümüzde yapılanlar ve ortaya konulanlara baktığımız zaman 1 yıl içerisindeki ağır aksak ilerleyişi görüyoruz. Yüzyıla göre değerlendirdiğimizde çok önemli bir nokta ama kendi içindeki özgünlüğe baktığımızda bir o kadar yavaş ilerleyen bir süreç olarak görebiliriz. Ama genel olarak baktığımız zaman 27 Şubat çağrısı bu topraklarda artık bir evreye girildiği bir dönemi ifade ediyor. Bu da sadece Kürtler için değil, bu topraklarda yaşayan tüm kesimler açısından yeni durum, toplum düzeni ve yeni bir yaşam ifade ediyor. Bizim gibi hayatını bu çatışmalar sürecinde geçirenler için çok kıymetli. Bu sürecin doğru bir yere evirilmesi için gereken gayreti göstermemiz gerekiyor. O nedenle biz HDK olarak süreci başından itibaren birincil gündem maddesi olarak ele aldık ve bu kapsamda çalışmalarımızı kuruluş felsefemize uygun şekilde yaptık.     Süreç bağlamında Abdullah Öcalan’ın en fazla vurguladığı kavramlardan biri de “demokratik toplumun inşası” oldu. HDK de halkların birlikte mücadele ettiği, birlikte yaşamı kurmaya çalıştığı bir çatı örgüt. Bu bağlamda HDK demokratik toplumun inşasında neler yapıyor. Bunun inşası için ne gibi çalışmalar yapacak?   HDK kuruluş amacı, tümüyle toplumsal alan örgütlenmesidir. HDK içerisinde siyasal partiler, demokratik kitle örgütleri, kadın örgütleri, inanç örgütleri, sendikalar var. Bütün bu alanlar aslında toplumsal alanda demokratik toplumun inşası için kuruluşundan beri mücadele ediyor.   HDK kuruluş amacı, tümüyle toplumsal alan örgütlenmesidir. HDK içerisinde siyasal partiler, demokratik kitle örgütleri, kadın örgütleri, inanç örgütleri, sendikalar var. Bütün bu alanlar aslında toplumsal alanda demokratik toplumun inşası için kuruluşundan beri mücadele ediyor. Bu durumun 27 Şubat çağrısıyla başlamadığını biliyoruz. 2012’den bu yana HDK’nin varlık amacı buydu. Biz bu çağrıyı birincil önceliğimiz olarak ele alıp bütün çalışmalarımızı 2025 yılında bu konseptte geliştirdik. Bu hedef tam da bizim çalışma alanımızdı. O nedenle çağrının akabinde “Barış İçin 1 Milyon İmza” kampanyası başlattık. Kampanya kapsamın mahallelerde, köylerde, derneklerde, siyasi partilerde imza kampanyası vesilesiyle barışın neden toplumsal bir talep haline gelmesi gerektiğini, toplumun tüm kesimlerinin neden buna ihtiyaç duyduğunu anlatma ve aktarma fırsatı bulduk. Yine “Barış Konferansı” düzenledik. Uluslararası çapta akademisyenlerin katıldığı, dünya deneyimlerin de içerisinde bulunduğu bir konferans düzenledik ve bunun Türkiye ve uluslararası kamuoyunda da Türkiye’deki sürecin barışa evirilmesi konusundaki bir konsensüs oluşması için gerçekleştirdik. Barışın toplumsallaşması, demokratik ve akademik dünyadan insanların dünyasına bu kavramın girmesi ve bunun üzerinden tartışmaları sağlamaya çalıştık. Arkasından “Demokratik Toplum Buluşmaları” düzenledik. Siyasi partimiz DEM Parti bir koldan yürüttü. Biz de HDK olarak partimizin bulunmadığı ya da onların siyaset yapma olanaklarının olmadığı alanlarda bu buluşmaları yaptık. Bu kapsamda Ege, İç Anadolu, Marmara, Karadeniz bölgelerinde çalışmalar yürüttük. Buralarda bu meselenin ne olduğunu ve neden “Barış ve Demokratik Toplum” talep etmemiz gerektiğini, ne tür değişiklikler olacağını anlatmaya çalıştık. Barış ve Demokratik Toplum Süreci iktidarın “Terörsüz Türkiye” söylemi üzerinden, muhalefetin bu sürece bir karşıtlık üreterek, ele alması nedeniyle bu sürecin aktarımı, tanıtımı bizim sırtımızdaydı. Çünkü iktidar, “Terörsüz Türkiye” propagandasıyla süreci kendi dilinden “ortada müzakere yok, barış yok, teslim alıyoruz” gibi lanse ediyor. Muhalefet ise süreçte kendince muhataplıklar yaratmaya, Sayın Öcalan’ın muhataplığını yok sayarak, kendilerince “makul” buldukları muhataplıklar oluşturmaya çalıştılar. Biz HDK olarak topluma süreci doğru aktarma görevi bize ve bizim bileşen kurumlarımızın sırtına düştü. Bu anlamıyla yılmadan gittiğimiz her yerde süreci aktarmaya çalıştık. Bizim için 27 Şubat çağrısındaki amaç HDK yapısıyla çok uyumlu bir çağrıydı. Biz de ona göre konumlandık. Diğer taraftan demokratik toplum ve sosyalizm tartışmaları vardı. Bu anlamıyla “Yeniden Sosyalizm” konferansı düzenledik. Burada Sosyalizmin bir konferansta tartışılmasını, herkesin kendi fikirlerini ortaya atmasına araç olarak süreci kamuoyunda derli toplu görünmesine ilişkin gayemiz oldu. Bu tabi özellikle Sayın Öcalan’ın Sosyalizm üzerine değerlendirmeleri akabinde gelen kimi tartışmaların da daha ete kemiğe büründüğü bir zemin oluşturdu. Bunun haricinde halklarla, inançlarla, değişik toplumsal yapılarla buluşmalar meydana getirdik. Bütün buluşmalarda aslında Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin toplumun gerçekleşmesinin her toplumsal kesim açısından ne denli önemli olduğunu birlikte tartıştık. Buralarda bize iletilen eleştirileri, önerileri rapor ettik. O açıdan 2025’te HDK olarak 27 Şubat çağrısındaki demokratik toplum amacına uygun şekilde HDK’nin varlığına uygun şekilde bu çalışmalarımızı yürüttük.   Demokratik toplum inşasında komünlerin de etkisi çok büyük. HDK komünlere nasıl bakıyor, buna dair bir çalışması var mı?   HDK komünlerle ilgili 2026’da önüne hedefler koydu. HDK bir bütün olarak toplumsal yapıların ortak bir platformu olduğu için bu meseleye şöyle bakıyor demekten öte HDK buna zemin hazırlayan bir yerde. Bu tartışmaların yürütülmesine zemin hazırlayan bir yerde duruyor. O anlamıyla 2026’da komünler dahil olmak üzere bu konularla ilgili bir dizi çalışma önüne koyuyor. Panel, sempozyum, konferans, söyleşiler tarzında bir dizi çalışma yapacağız. Ama bireysel olarak şunu söyleyeyim. Ben HDK’de temsiliyet açısından Alevi inancından dolayı da bulunuyorum. Komün bu toprakların asli yaşam tarzıdır. Geçmiş köy yaşamıma baktığımda özellikle Alevi toplumsal yaşamı üzerinden bakıyorum. Biz zaten komünler gibi yaşıyorduk. Yani devlete ihtiyaç duymadan, devletle çok görüşmeden kendi yaşam tarzımızı oluşturmuştuk. Kendi hukuk, ekonomik, adalet sistemini kuruyorsun. Bu toprakların yabancısı olduğu bir yaşam tarzı değil, komünal yaşam tarzı. Sadece bunun topluma hatırlatılması gerekiyor. HDK olarak da biz bu tartışmalara ve meseleye zemin hazırlayan bir yerden durumu ele alıyoruz.   Süreç kapsamında Kürt tarafı tarihi adımlar attı. Ancak devlet tarafı henüz Meclis Komisyonu’nun kurulması dışında bir adım atmış değil. Peki, burada devlete adım attırmak için topluma, aydınlara ne gibi sorumluluklar düşüyor?     Burada bizim oynayacağımız rol iktidarın bu adımı atmasını zorlayacak bu adımları attırmaktır. Bu süreci iktidarın inisiyatifine bırakmamak gerekiyor.     Yaptığımız konferanslarda gördük ki esasında bu tür çatışmalı süreçlerin sona erdirilmesi için toplum barış talebini yükseltirse bu gerçekleşebiliyor. Bazen bize “Bu nasıl bir süreç, hangi konularda anlaşıldı” şeklinde sorular soruluyor. Dünya örneklerinde de gördük ki birçok ülke deneyiminde oturulmuş muhataplarıyla karşılıklı anlaşılmış, altına imzalarda atılmış. Fakat toplumdan bu talep yükselmediği takdirde bu anlaşmaların hiçbiri uygulanmamış. Toplumun bu talebi sahiplenip iktidarı zorlaması gerekiyor. Bu anlamıyla 27 Şubat çağrısından bu yana yapılanlar bir aşamaydı. Bu aşamada Kürt Özgürlük Hareketi kendi üzerine düşeni yaptı. Hatta çeşitli tıkanma noktalarında Sayın Öcalan devreye girerek, yeni adımlar da attırdı. Burada amaç hakikaten barışı tesis etmek ise artık iktidarın atması gereken adımlara gelmiştir sıra. Kürt tarafı yapılması gerekenleri çok fazlasıyla yapmıştır. Burada bizim oynayacağımız rol iktidarın bu adımı atmasını zorlayacak bu adımları attırmaktır. Bu süreci iktidarın inisiyatifine bırakmamak gerekiyor. Sonuçta karşımızda oy hesabı yapan siyasi partiler var. Attığı her adımı kendisine ne kadar oy getireceğini hesap eden bir siyasi yapıyla karşı karşıyayız. Bu durum karşısında toplumun barış talebi karşısında hiç duramayacak bir iktidar yapısı da var. Çünkü sürece karşı olduğunda oy kaybedeceğini hesap ediyorsa bundan vazgeçecektir. Onun için iktidarın adım atmasını sağlayacak toplumsal baskıların olması gerekiyor. Bu da toplumun kurum ve kuruluşlarımızın bu süreci sahiplenmesi ve iktidarı zorlamasıyla olacaktır.   Süreç devam ediyor, “demokratikleşme” kavramı çok fazla kullanılsa da bir taraftan da CHP’li belediyelere operasyonlar yapılıyor, kayyımlar atanıyor. İktidarın bu yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?   2013- 2015 sürecine bakarsak o dönem kaybeden AKP iktidarı oldu. Çünkü ülkede birazcık demokrasinin kırıntıları ortaya çıkarsa, rahatlama politikaları ortaya çıkarsa baskıcı iktidarlar kaybeder. O dönem tam da bu yaşandı. Hafif yumuşama üzerinden kendini özgür ifade edebilen kesimlerin sahneye çıkması baskıcı iktidara kaybettirdi. Bu sürecin de bu şekilde olmasını istemiyorlar. O nedenle hem “Terörsüz Türkiye” süreci olarak tanımlıyor hem de CHP üzerinden baskıcı politikalarını sürdürüyor. Kendisine rakip görecek, kendi ekonomik gücünü düşürecek özellikle belediyeler üzerinden, kendi destekçilerine maddi aktarımları engelleyecek girişimleri ortadan kaldırmak için CHP’ye yönelik baskılarını sürdürüyor. CHP’ye karşı yürütülen baskıların tamamı siyasi sebeplerledir. İşin içerisinde “yolsuzluk” ve benzeri şeyler olduğu iddia ediliyor. Biz bunlar yoktur demiyoruz. Bunlar araştırılması, soruşturulması gereken işlerdir. Mahkeme bu süreci yürütür. Ama daha sürecin başında kararlar verilmiş ve insanları tutuklamışsınız ya da yerine kayyım atamışsınız. Bu olmaz, buna karşıyız. Biz şunu da söylüyoruz. Eğer samimiyseniz önce Melik Gökçek’ten başlayın. Çünkü kendi partilileriniz, geçmişteki belediye başkanıyla ilgili “Ankara’yı parsel parsel sattı” cümlesini kullandı. Bu kadar açık ve net ifadeler varken, bunu söyleyen insanlar bir gün savcılık tarafından çağrıldı mı? Hayır!   CHP son bir yılda Kürt sorununun çözümü noktasına önemli bir tavır sergiledi. Ancak İmralı'ya Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşmeye giden heyete üye vermedi. CHP, ülkede birinci parti olma iddiasında da bulunuyor. Görüşmeye giden heyete üye vermemesi bu anlamda CHP’nin pozisyonunu nasıl etkiler?   Türkiye'de Kürt sorunu inkar edilemez bir hale gelince herkes Kürt'ün varlığını ve Kürt sorununu kabul etti. Sonra herkes kendi cephesinden bir muhatap yaratmaya çalıştı. Ne PKK’yi ne de Sayın Öcalan’ı kabul etmek istemediler. İktidar zaman zaman HÜDA-PAR’ı devreye sokmaya çalıştı. Süleyman Soylu bunu bizzat kendisi itiraf etti. AKP zaman zaman, “Kürtler temsilcisi sadece siz değilsiniz” dedi HDP’ye. CHP de aynısını yaptı. CHP kendilerine göre daha makul bir yerde duran Selahattin Demirtaş’ı muhatap olarak almak istedi. Demirtaş’ın kendisi “Muhatap ben değilim” demesine rağmen CHP ısrarla kendince Demirtaş’ı muhatap konumuna getirmeye çalıştı. CHP işin böyle olmadığını anlayınca zorda kaldı. Çünkü CHP İmralı’ya gidiyorum dese de kıyamet kopacaktı, gitmiyor dediği içinde kıyamet koptu. Bu meselede CHP başından itibaren yanlış bir siyaset uyguladı. CHP en azından komisyon kurulduğunda, “Dünya örnekleri var. Sorunların çözümünde muhataplarla görüşülmüştür. Bu doğaldır, İmralı’ya da gidilmelidir” dese bu tartışmalar ne tabanda ne de Kürt halkı açısından bu tartışmalar olmayacaktı. Bu tutumun Kürtler açısından önemlidir. Ortada bir sorun var ve sorunun bir muhatabı var. Devlet bu muhatabı kabul etmeden, görmeden adım atılamayacağını anlamış ve kabul etmiş. Dolayısıyla adımın Sayın Öcalan’la birlikte atılması gerektiğini görmüş. Bu kadar apaçık olan bir gerçeği sen görmezden gelirsen bir halkı da yok etmiş sayılırsın. Bu sahanın bir gerçekliği, bu mücadelenin bir sahibi var. Sen onu muhatap kabul etmezsen bu toplumda ciddi kırılmalara yol açar. O nedenle CHP’nin bu tutumu kendisine büyük kaybettirir.   HDK olarak barışın toplumsallaşması için çok sayıda çalışma yaptığınızı belirtiniz. Peki, sizce toplumsallaşma oranı nasıldı, özellikle Türkiye halkları bu süreci benimsiyor mu?   Bu anlamda Ege ve Karadeniz ziyaretlerimizde önemliydi. Bizim tabanımız olmayan kişilerin duruma nasıl baktığı önemliydi. Oralarda yaptığımız gözlem şuydu: Birincisi herkes sürecin başarıya ulaşmasını istiyor. Kürt sorununda artık silahların susmasını, canların toprağa düşmemesini istiyor. İkincisi Kürt tarafına olumsuz bir bakış açısı yok. Süreçle ilgili endişe ve kaygılar var. Ancak bu da iktidardan kaynaklı. 2026’ya girmemizle birlikte toplumdaki o kaygı ve çekingenliğini ortadan kaldıracak adımların atılması lazım. Somut adımların yani yasalar gibi atılması toplumdaki sahiplenme oranını artırıp endişeli hali ortadan kaldıracaktır. Kürt siyasi tarafı üzerine düşeni yapıyor ama yetmiyor. Çünkü öbür muhatap işini yapmadığında endişe hali devam ediyor.   Sürecin başından bu yana tartışılan konulardan biri de “umut hakkı”. Ancak iktidar bu konuda ayak diretiyor. Abdullah Öcalan’ın özgür olmadan, iletişim olanakları sağlanmadan bu sürecin sağlıklı ilerlemesi mümkün mü?   Bu mümkün değil. Biz uluslararası deneyimlere baktığımızda örneğin Güney Afrika örneğinde süreç nasıldı? Süreç orada önce bir yerlere getiriliyor. Sonra devletin yetkilisi Sayın Mandela’yla görüşecek. Orada yetkili, cezaevi müdürüne, “Benim süreci yürüten bir devlet yetkilisi olarak Mandela ile cezaevinde görüşmem etik değil. Sen onu alıp kendi evine götür. Orada misafir et. Ben orada ziyaret edeceğim, Mandela’yı” diyor. Bu etik ve ahlaklı bir davranıştır. Biz de bu ahlak yoksunluğu eksik. Sürece yönelik ahlaki yaklaşım yoksunluğu var. Bu işin ahlaki tarafı önce muhatabını, muhataplık seviyesinde göreceksin. Onun yaşam, iletişim, diyalog koşullarını da o hale getireceksin. Koşulları eşitlemeden, ona bir saygınlık yüklemeden bu süreci başarıyla sonuçlandırmak psikolojik, sosyolojik olarak da mümkün değil. Burada Sayın Öcalan’ın özgürlük meselesi bir kişinin “Belli bir yaşa gelmiş” bu değil. Bu sürecin sağlıklı yürütülmesi açısından Sayın Öcalan’ın özgürlüğü gereklidir. Burada Öcalan kendinden ibaret biri değil. Bir toplum onun için benim iradem demiş. O anlamıyla ona yaklaşım bu topluma yaklaşımı da gösterir. Sen cezaevi koşullarında onu tutarsan, Kürt meselesi de aynı koşullarda tutacağın anlamına gelir. O anlamıyla yaşam koşulları, özgürlük olanakları sağlanmalıdır.   Son olarak HDK 2026’da nasıl bir yol izleyecek?     2026’da amacımız bu sürecin doğru bir yere evirilmesi konusunda toplumsal dinamiklerin harekete geçirilmesi çalışmalarımız devam edecek.   Bizim 2026’da amacımız bu sürecin doğru bir yere evirilmesi konusunda toplumsal dinamiklerin harekete geçirilmesi çalışmalarımız devam edecek. O nedenle kimi tartışmalara zemin açacak şekilde konferanslarımız, tartışmalarımız, akademik tartışmalara devam edeceğiz. Diğer taraftan toplumsal alanlardaki kesimlerle buluşma çalışmalarımız sürecek. Zor ama umut dolu bir yılı geride bırakıyoruz. 2025’te HDK operasyonlarıyla başladık. HDK’nin kriminalize edilmeye çalışıldığı bir süreçle başladık. “Kent uzlaşısı” davası tümüyle HDK üzerine oturtuldu. Fakat sürecin etkisiyle çünkü bunun hukuki bir soruşturma olmadığını biliyorduk. Süreç HDK’nin kriminalize edilmesini ortadan kaldırdı. 2026’da da bu işin artık başka bir şeye evirilmesini, demokratik alanda siyaset yapmanın hiçbir şekilde kriminalize edilemeyeceği yasaların ve yasal güvencelerin oluşacağı, herkesin istediği yerde özgürce fikirlerini dile getireceği bir yıl olmasını hem umut ediyoruz hem de bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz.   MA / Ömer İbrahimoğlu