‘Ya hep beraber ya hiçbirimiz’ 2025-06-18 11:47:51   HABER MERKEZİ - İran- İsrail savaşına dair yazı kaleme alan Fuat Ali Rıza,” Mevcut durumda İsrail-İran savaşı başladığına göre hem bu savaş süreci Türkiye’yi çok etkileyecek ve hem de İran’dan sonra sıra Türkiye’ye gelecek” uyarısında bulundu.    Yazar Fuat Ali Rıza, İsrail’in İran’a saldırısı ardından gelişen savaşa dair bir analiz kaleme aldı. Savaşın uzun süredir beklendiğine işaret eden Fuat Ali Rıza, Yeni Özgür Politika gazetesine yazdığı yazıda savaşın oluşturduğu yeni tehditlere de dikkat çekiyor.    Fuat Ali Rıza’nın “Ya hep beraber ya hiçbirimiz” başlıklı yazısı şöyle:    “İsrail-İran savaşı deyim yerindeyse bağıra bağıra geldi. Beklentilerin aksine, Ortadoğu’daki savaşın bu düzeye ulaşması bir türlü engellenemedi. Bugün dördüncü günde savaşın azalması bir yana, tarafların saldırıları artırmasıyla daha da şiddetleniyor ve genişliyor. Bu durum hem 1991’de yaşanan Körfez Savaşı’yla başlayan Üçüncü Dünya Savaşı’nın ve hem de 7 Ekim 2023’te Gazze Savaşı’yla başlayan sürecin zirvesini oluşturuyor.   Kuşkusuz İsrail, başlattığı bu savaşı yalnız kendi adına yürütmüyor; tersine tüm küresel kapitalist modernite sistemi adına yürütüyor. Bu temelde ABD ve İngiltere ile birlikte hareket ediyor ve tüm sistem güçlerinden destek alıyor. Küresel sermaye sisteminin Ortadoğu’daki vurucu gücü olarak saldırıyor ve yeni enerji yolunun inşası temelinde kendi bölgesel hegemonyasını oluşturmayı hedefliyor.   İSRAİL’İN AMACI    Açık ki bu temelde İran İslam Rejimi’nin ortadan kaldırılması amaçlanıyor. Zaten bu amacı İsrail Başbakanı da açıkça ifade ediyor. Belli ki Hamas, Hizbullah ve Suriye Baas Rejimi ardından sıra İran’a gelmiş bulunuyor. Böylece ABD, İsrail ve İngiltere öncülüğündeki küresel kapitalist modernite sistemi tarafından, yirminci yüzyılda Sovyetler Birliği’nin varlığı ortamında şekillenmiş tüm siyasal yapıların tümden yok edilmesinin hedeflendiği net bir biçimde ortaya çıkıyor.   Aslında Körfez Savaşı’nın Irak ve Ortadoğu’da yarattığı sonuca dayanılarak, dünyanın diğer alanlarındaki yirminci yüzyıl siyasi yapıları değişik yollarla imha ve tasfiye edilmeye çalışıldı. 11 Eylül 2001 İkiz Kule saldırısı ardından da başta Afganistan ve Irak olmak üzere yeniden Ortadoğu’ya yönelim oldu. ‘Arap Baharı’ denen sürecin bu temelde kullanılmaya çalışılması ardından, 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren de İsrail saldırıları ile Ortadoğu’da ‘Engel’ görülen diğer yapıların tasfiyesi hedeflendi.   Kuşkusuz bu süreçte Filistin Kurtuluş Hareketi’nin tasfiyesine özel bir önem verildi. Irak Baas Rejiminin tasfiyesi ile başlatılan bu süreç, Aralık 2024’te Suriye Baas Rejimi’nin tasfiyesiyle önemli bir noktaya ulaştı. Sovyetler Birliği’ne karşı ‘Yeşil Kuşak’ projesi temelinde oluşturulan Müslüman Kardeşler Hareketi ile diğer İslami örgütlenmeler, söz konusu saldırı karşısında ayakta kalamadığı gibi, çoğunlukla saldırıya alet olmaktan da kurtulamadı. Mısır’da Mursi Hareketinin tasfiyesiyle başlayan süreç, Gazze’de Hamas’ın ezilmesiyle önemli bir düzey kazandı.   Aslında Hamas-İsrail savaşı, bir yönüyle de İran’ı etkileyen ve içine çeken bir savaştı. Fakat asıl İran’ı ilgilendiren İsrail saldırıları, Lübnan’da Hizbullah ile Suriye’de Baas rejiminin yıkılması oldu. Ardından İran yanlısı Husiler Yemen’de etkisizleştirilerek İran doğrudan hedef haline getirildi. Ancak çoğunlukla beklenti, birçok nedenden dolayı İsrail’in Hamas ve Hizbullah gibi İran’ı hedeflemeyeceği yönündeydi.   ORTADOĞU’DAKİ EN TEHLİKELİ SAVAŞ   Elbette bu kanı iki yönlü ortaya çıkmıştı: Birisi İran’ın parçalanma riski ve bunun kapitalist modernite sistemi açısından yaratacağı sorunlar; diğeri ise bu kadar tecrübeden sonra İran Yönetiminin böyle bir çatışmaya meydan vermeyeceğiydi. Fakat iki kanaat de doğru çıkmadı. Bölgenin yeni hegemonu olmak isteyen İsrail ile küresel sermaye sistemi her türlü riski göze alarak Hamaney Rejimi’ni ezip tasfiye etmeye yöneldi. Öyle anlaşılıyor ki, Baas milliyetçiliği ve Müslüman Kardeşler dinciliği ardından, kendini çok abartan Hamaney Yönetimi de yaşanan gelişmeleri doğru okuma basiretini gösteremedi. Sonuçta halklara ölüm ve Ortadoğu’ya kan getiren en tehlikeli savaş süreci yaşanır hale geldi.   Peki, şimdi ne olacak? Görünen o ki, İran’daki mevcut rejim benzerleri gibi yok edilecek. Bunun ne kadarının savaşla ne kadarının ise başka yollarla olacağı ve yine sürecin ne kadar devam edeceği konularında net bir şey belirtilemezse de sonuçta İran’da köklü bir rejim değişikliği yaşanacak. Tabii hem yaşanan savaş sürecinin ve hem de ortaya çıkacak sonucun, başta Türkiye olmak üzere tüm bölgede çok ciddi etkisi olacak.   Suriye Baas yönetiminin yıkılması ardından sık sık şu söylenmişti: Şimdi sıra İran ve Türkiye’de! Mevcut durumda İsrail-İran savaşı başladığına göre hem bu savaş süreci Türkiye’yi çok etkileyecek ve hem de İran’dan sonra sıra Türkiye’ye gelecek! Belli ki Sovyetler Birliği’nin varlığına dayalı olarak ilk devletleşen Türkiye, bu temelde oluşan devlet ve diğer siyasi güçlerin son tasfiye edileni olacak. Sovyetler Birliği’ne karşı çıkma temelinde İngiltere ve Fransa’dan destek alarak kurulan Türkiye Devleti, artık böyle bir desteğe ihtiyaç olmadığı için söz konusu güçler tarafından çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırılmak istenecek.   İşte bu gerçeği bildiği için MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, söz konusu savaş başlar başlamaz ciddi tepki gösterdi ve ‘Bu saldırı aynı zamanda Türkiye’ye yöneliktir’ dedi. Nitekim 2024 yılı güzünde Lübnan Hizbullah’ının ağır darbe yemesi ve savaşın Suriye’ye dayanması durumunda da “Devletin beka tehlikesi var” deyip iç birliğin önemine dikkat çekerek, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için “Gelip mecliste DEM Parti grubunda konuşsun ve umut hakkından yararlansın” demişti.   Kuşkusuz Devlet Bahçeli’nin açıklamaları belli bir tarih bilincine ve devlet duyarlılığına dayanıyor. İstanbul düşerken son Bizans Yönetimi’nin yaşadığı iktidar kavgasına benzeyen mevcut Türkiye siyasetinin iktidar kavgasından önemli ölçüde ayrışıyor. Şimdiye kadar özellikle AKP iktidarı tarafından uygulanmamış olsa da en azından bazı gerçekleri ifade eden önemli ve güzel sözler oluyor.   Elbette Ortadoğu’daki savaş sürecini en doğru okuyan ve demokratik-yurtsever siyaset geliştiren kişilik Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan oluyor. Kıt imkânlara rağmen yaptığı açıklamalar, yayınladığı ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ ve bu temelde PKK’nin 12. Kongre’sini yapıp tarihi kararlar alması, sadece Kürt varlık ve özgürlük mücadelesine kazandıran olmakla kalmıyor, aynı zamanda Türkiye yurtseverliğine ve demokratikleşmesine de çok büyük kazandırıyor.   ÖCALAN’IN ÇAĞRISI    Önder Abdullah Öcalan, herkesi ‘kaybet-kaybet’ çizgisinden çıkıp ‘kazan-kazan’ çizgisine gelmeye çağırıyor. Tıpkı 55 yıl önce sokaklara çıkan sosyalist işçilerin söylediği marş gibi: Kurtuluş yok tek başına. Ya hep beraber ya hiçbirimiz! Çok açık ki, yaşanan süreçte tek başına hiç kimsenin kazanması mümkün görünmüyor. Örneğin sözde İsrail’in güvenliği adına yapılan bu savaşın İsrail’i güvenli kılması için tüm Ortadoğu’ya güvenlik getirmesi gerekiyor. İsrail’deki özgür ve demokratik yaşamın ancak çevresiyle birlikte mümkün olacağı doğru bakabilenlerce açıkça görülüyor.   KÜRT ÖZGÜRLÜĞÜ TEMELİNDE DEMOKRATİKLEŞME    Bu gerçeğin ‘Türksüz Kürt, Kürtsüz Türk olmaz’ denkleminin yaşandığı Kürdistan ve Türkiye açısından çok daha fazla geçerli olduğu akıllı herkes tarafından görülebiliyor. Bunun da yolunun Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünden geçtiği, Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye demokratikleşmesini istediği netçe gözüküyor.   Ancak gerçek böyle olmasına rağmen, AKP iktidarı tarafından ipe un serildiği ve Kürt tarafının cesur ve fedakâr adımlarına karşılık verilmediği, böylece Devlet Bahçeli’nin sözlerinin havada bırakıldığı herkesçe görülüyor. Dahası sağı ve soluyla, yine Kürt’ü ve Türk’üyle bil cümle yeminli Apo ve PKK düşmanları yeniden tarih sahnesine çıkarak, Önder Abdullah Öcalan’ın yaptıklarını karalamaya çalışıyor. Derler ya, güneş balçıkla sıvanmaz! Böyleleri yaptıklarıyla Önder Apo’yu karalayamazlar; sadece kendilerinin ne kadar soysuz ‘Judenrat’lar olduklarını ortaya koyabilirler. O kadar!”