HABER MERKEZİ - Gazeteci-yazar Mehmet Altan, Türkiye'de ırk, din ve mezhep üzerinden siyaset yapıldığına işaret ederek, "Siyaset kurumu demokratikleşmeden Türkiye'nin kendi sorunlarını çözme imkanı yok" dedi.
Barış ve Demokratik Toplum Süreci'yle birlikte yerel yönetimlerin durumu bir kez daha gündemde. Özellikle Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na dair tartışmalar yürütülüyor. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Türkiye'nin şarttaki şerhlerini kaldırarak, daha güçlü bir yönetim modelinin hayata geçirilmesi gerektiğini savunuyor. CHP de yerel yönetimlerin güçlendirilmesini isterken, AKP ve etrafındaki partiler bu konuda renk vermiyor.
Gazeteci-yazar Mehmet Altan, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın önemi ve Türkiye'nin bu konudaki çekincelerine dair sorularımızı yanıtladı.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı neyi ya da neleri öngörüyor?
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Avrupa Konseyi tarafından imzaya açılan bir metin. Yerel yönetimlerin, merkezi otoritede daha özerk ve bağımsız olmasını amaçlayan anlaşmadır. Bu anlaşma üstelik 15 Ekim 1985’te kabul edilmiş. Avrupa Konseyi'nde Ekim ayında da 40. yılıyla ilgili bir toplantı yapıldı. Yani Avrupa Konseyi'nin kendi üyesi ülkeler için öngördüğü bir demokratikleşme üzerinden 40 yıl geçmiş. Biz o 40 yıl içinde hala bunu nihai hale getiremedik, tartışıyoruz. Bir kısmımız bundan endişe duyuyor, yönetim bazı maddelerine şerh koyuyor.
Anlaşmanın yerel yönetimler açısından önemini biraz daha açar mısınız? Yerel yönetimler ve özerklik ilişkisi bu anlaşmada nasıl yer alıyor?
Yerel yönetimler aslında demokrasinin temelidir. Bunu uygulayanlar var, uygulamayanlar var. Yani ülkelerin bünyeleri ve yaklaşımlarıyla bağlantılıdır. 46 üye ülkeden 30 ülke bunların kimi maddelerine şerh koymuş. Oturduğum yerdeki yaşam şartlarımı, idare biçimimi ve taleplerimi birebir şekillendirebilecek bir mekanizma kurulmasıdır (Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı). Oturduğum, çalıştığım ve yaşadığım bölgenin mali idaresinin nasıl yönetileceğini, ne yapılacağını, neyin istediğimize göre olup olmadığı... belediyeyle ilişki içinde olan insanların kendi taleplerinin doğrudan yansıtılması ve bunu denetlemesidir. En güzel örneği İngiltere'dir. İngiltere'de yerel yönetim demek yerel hükümet demektir.
Yerel yönetimler aslında demokrasinin temelidir. Biz, bizi kim yönetecek diye bakıyoruz. Nasıl yönetecek diye bakmıyoruz.
Kademe kademe ülkelerin yapılarına göre, demokrasiyle ilişkilerine göre şekillendirdiği bir anlaşma. Biz de bu anlaşmayı kabul ediyoruz. 21 Kasım 1988'de Türkiye imzalıyor. 9 Aralık 1992'de Meclis’te onaylıyor. 1 Nisan 1993'de yürürlüğe giriyor. Şimdi özerklik şartı da 40 yıl önce olmuş. Biz hala öyle mi olsun böyle mi olsun diye tartışıyoruz. 1985'deki bu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'ndan uzağız, burada hep bir korku var.
Temeli şu; sen insanı en kutsal sayıyor musun? Yeryüzünün en kutsal canlısı insan mı? Eğer insansa onu nasıl yönetileceği önemli mi, değil mi? Biz, bizi kim yönetecek diye bakıyoruz. Nasıl yönetecek diye bakmıyoruz. Halbuki bütün bu kararlar bir şekilde insanların çok daha iyi yönetilmesini sağlayan kurallar. Bu şart, yaşadığın bölgede senin kendine uygun daha nitelikli bir yaşam oluşturman için yaptırım gücünün artmasıdır.
Siyaset bizde ne kadar geriden geliyor onu da göstermek istiyorum. Toplumun da taleplerinin çok gerilerden geldiğini görüyoruz. Niye buna tereddütlü bakıyorsun? Bizi bölecek, parçalayacak, onu yaparım, yapmam falan… Niye anlaşmalarına uygun bir toplum yaratamıyoruz? Bunun önündeki engel, baskı ya da korku ne? Onu bir analiz et.
Bu "geriden gelme" durumunun temel sebebi nedir?
Çünkü biz de vatandaşlık tanımı yok. Irk, din, mezhep üstünden siyaset yapılıyor. Herkes birbirine ırk, din, mezhep üstünden bakıyor. Halbuki devlet dediğin şey, hukuksal bir ilişkidir. Yani benim hükümlüklerim ve haklarım nedir? Bu vatandaşlık tanımdır. Hukuksal bir tanımdır. Ama vatandaşlık nedir dendiği vakit “Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım” yerine, “Kürt'üm, Müslümanım, Aleviyim, Sünniyim” böyle laflar geçiyor. Bu toplum, mesleği olan bir toplum değil. Hukuk nosyonu gelişmiş bir toplum değil. Birey-devlet ilişkilerinin hukuksal çerçevesini doldurmuş bir toplum değil. Mesleği, bilinci, üretkenliği, eğitimi gelişmemiş; sadece anneden babadan doğduğu yerden tevarüs ettiği kimlikleri hayatının en önemli özelliği olarak kabul eden bir toplum. Henüz vatandaşlık noktasına gelememiş sayılır.
Bu durumu aşacak şey nedir?
Bu ayrımların çoktan aşılması lazımdı. Bunları aşacak şey temel hak ve özgürlüklerdir. Irk, din ve mezhebin dışında insan olmadır.
Bu ayrımların çoktan aşılması lazımdı. Bunları aşacak şey nedir? Temel hak ve özgürlüklerdir. Bizim ortak özelliğimiz ne? Irk, din, mezhebin dışında insan olmadır. Temel hak ve özgürlükler nedir? Dünyanın evrensel hukukunda, eğer ben insansam devredilemez. Doğumdan ölüme kadar haklarım var. Siyaset bunu böyle yapmıyor. Bir de Türkiye Cumhuriyeti Türk, Müslüman, Sünni kimliğini vatandaşlık yerine ikame etmiş. Bu büyük sıkıntı çıkartıyor. Biz bugün vatandaşın kimliğine körüz.
Türkiye koşullarında bu mümkün mü?
Mümkün tabi. Eğer bir şey yaparsan, buna göre koşturursan olur. Ama bundan yarar sağlayamıyorsun. Siyaset niye "insan" vasfını öne çıkardığı vakit kaybediyor? Siyaset çok geri bir şey ya… Bu rejimi ayakta tutan siyaset kurumudur. Şimdi 600 kişi oraya (Meclis) giriyor. Anayasa için yemin ediyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararı uygulanmadığı için bir milletvekili içeridedir. Bu siyaset kurumunun demokratikleşmesi lazım. Yani bu bölgesel özerklik şartı kadar önemlidir. Siyaset kurumunun demokratikleşmemesi halinde Türkiye'nin kendi sorunlarını çözme imkanı yok.
"Üniter devlet yapısını korumak" gerekçesi, Türkiye'nin şerhlerinin gerekçelerinden biri olarak gösteriliyor. Anlaşma, üniter devlet yapısından vazgeçmeyi mi gerektiriyor?
Üniter devleti "toprak bütünlüğü" olarak zannediyorlar. Üniter devlet, bir idari mekanizma biçimidir. Üniter olmadığı vakit federal olursun. “Üniter olmazsak, bölüneceğiz” demek aslında temel kavramlardaki zafiyetten geliyor. Üniter devletin alternatifi, farklılığı federaldir. Almanya federaldir. Ayrıca federal olmak için çok gelişmiş bir toplum olmak lazım. Üniter lafını "toprak bütünlüğü" ile eş anlamlı, aynı kelime zannedersen burada bir kere başlangıçta bir kavram boşluğu oluyor. Ama "üniter olmayalım" demek, toprağımız bölünsün demek değil. Yönetim biçimimizde farklılıklara gidelim demektir. “Üniter toprak bütünlüğüymüş” gibi kullanıyorlar. Hiçbir alakası yok. Ben çok önemli bir yöneticinin konuşma metinlerini yazan birisine rastlamıştım. O dönem metinlerini yazdığı kişi başbakandı. Ya üniteri "toprak bütünlüğü" zannediyor. Kavramlarla konuşuyoruz. Kullandığın kavramı tanımlayamıyorsan bilmediğin bir şey söylüyorsun demektir.
Üniter devleti "toprak bütünlüğü" zannediyorlar. Üniter devlet, bir idari mekanizma biçimidir. Geleceğin kalmamışsa, umutsuzsan bu bölünme değil mi?
Türkiye'de en büyük zaaf kullandığın kavramları tanımlamadır. Üniter devlet, federal devlet, bölünme... Gelir dağılımı adaletsizliğinin en fazla olduğu ülkeyiz. Gelir dağılımı adaletsizliği açısından bölünmüşüz. Yani pastanın yarısını yüzde 5 alıyor. Yarısı yüzde 95'e kaldıysa bu zaten ekonomik olarak bir bölünme değil mi? Yüzde 70'i asgari ücret ne olacak diye bekliyorsa bu bölünme değil mi? Aynı zamanda geleceğin kalmamışsa, umutsuzsan bu bölünme değil mi?
Özgürlükleri ve refahı geliştirmek lazım. Özgürlükler gelişmiş mi, hukuk gelişmiş mi, refah gelişmiş mi? Kişi başına gelir gelişmiş mi? Türkiye demokrasi endeksinde 102. sırada. Bu yeni dönem başlamadan evvel hukukun üstünlüğü endeksinde 117'dik, bir düştük, 118 olduk. Ama gelir dağılımında faciayız. Yolsuzlukta da şampiyonuz. Yolsuzluk endeksi algısında 107'yiz. Dünyanın en büyük 17. ekonomisi olan Türkiye demokrasi endeksinde 17’nci değil ki 17’de iyi bir sıra değil. Niye hukukun üstünlüğü endeksinde 17’nci değil? Yolsuzluk algısı endeksinde niye bu kadar şampiyon? Şimdi temel meseleleri, uyuşturucuyu, mesleksizliği konuşmayıp, siyaseten bölüneceğiz! Ya korkular üstüne kurulmuş bir yer burası. Siyaset bu işi çok seviyor.
Türkiye’nin şerh koyduğu maddeler var ama şerh koymadığı maddeler de var. Türkiye şerh koymadığı maddelerin gereğini yapıyor mu?
Daha kayyımı aşamadık. Anayasasını uygulamıyor. Devletin anayasası yoksa varlığı yoktur. Mahkeme, anayasayı ilga ediyor. Şimdi böyle bir yerdeyiz. Yani Avrupa Konseyi, anlaşma, insan, yönetim... kendi meşru varlığını inkar eden bir yönetim ve zihniyet anlayışı var. Avrupa Konseyi anlaşması (özerklik şartı) çoktan aşıldı. Hukuk aşıldı. Yani hukuk istemeyin, uluslararası anlaşmaların uygulanmasını istemeyin... Oh rahatladık! Oraya gelmemek lazım. Ama ilk önce bunun ön talebi anayasanın uygulanmasıdır.
Kayyım sistematik olarak sürüyor. Bunun önünü açan nedir?
Oraya bir “terör” kavramını koydular. Cumhuriyet Halk Partisi, bunu Anayasa Mahkemesi'ne götürmedi. Demokrasilerde her zaman teyakkuz halinde olmak lazım. Sen bunu sessiz geçiştirirsen sonra o bir yerde uygulanıyor. Niye mesela Cumhuriyet Halk Partisi o sırada gidip "bu böyle (itiraz)" demedi. Neden ses çıkarmadı? Mahkeme kararı olmadan bir adama “terörist” dersen, siyasi idareyle olacak iş mi bu ya? Çok ağır bir suçlamadır. Demek ki parlamento demokratik bir yapılanmanın cevvaliyeti, uyanıklığı içinde değil. Neden? Siyaset kurumu demokratikleştirilmeden Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratikleşmesi mümkün değil.
Türkiye'de nasıl bir yerel yönetim anlayışı var ya da bir yerel yönetim anlayışı var mı?
Biz siyaseten kimin nereye seçileceğini konuşuyoruz. Ankara'da kim nereye seçilecek? Kim belediye başkanı olacak? Kim cumhurbaşkanı olacak? Kendi yaşamımızı yok sayıyoruz. “Ben değerliyim ve önemliyim. Yaşadığım kalite önemlidir” dediğim vakit en önemli şey yerel yönetim olur. Çünkü hayatın orada geçiyor. Biz çamur içinde yürüyüp "Ankara'da kim cumhurbaşkanı olacak?" diye konuşuyorsak, ben önemli değilim demektir. Kim olursa olsun bana ne? Yerel yönetim "Ben değerliyim, önemliyim, yaşamımın kalitesi önemlidir" diyen bir halk için en önemli şeydir. Yerel yönetim onun için demokrasinin temelidir. Neden? İnsan en kutsal canlı ise, yaşam şartları, yaşadığı bölge ve şartlar hayati ise yerel yönetim de birinci derecede önemlidir.
Devlet bir hizmet mekanizmasıdır. Parasını biz veriyoruz. Nasıl veriyoruz? Vergilerle. Peki, denetleyebiliyor muyuz? Şimdi yerel yönetime, yaşadığım şey pırıl pırıl olsun diye para veriyorsun değil mi? O para nereye gidiyor diye denetliyor musun? Cumhuriyet Halk Partisi yeni program yapmış. “Doğal afet olmayınca ihaleleri 21 B'ye göre vermeyeceğiz” ifadeleri yer almış. Peki bugüne kadar vermediniz mi? Yani 21 B'ye göre mi veriyor. Hepsi istediği adama ihale veriyor. İhale ne demek? Kamu parası. Peki en verimlisi, en değerlisi, en üretkeni o ihaleye verdin mi? Adıyaman depreminde bütün binalar yıkıldı. Bir tek Komegana Kültür Merkezi ayakta kaldı. Çünkü parasını Avrupa Birliği vermişti ve oranın inşaat mevzuatı Avrupa Birliği'ne göre oldu.
Sen belediye vergisi veriyorsun, o nasıl kullanıyor? İhaleyi nasıl veriyor? Bunları denetleyeceğiz. Denetlediğim vakit tıkır tıkır bu işler gitmeye başlıyor. Çünkü diyorsun ki "onu veremezsin, edemezsin", demokratik denetim çıkıyor. Verginin peşine gitmediğin vakit siyasi laf olarak kalıyor, hayata geçmiyor. Vergiye, ihaleye, kamu parasının nereye harcandığına bakmak lazım. Buralardan çok uzak bir mekanizma var.
Farklı kimlikler, kültürler açısından yerel yönetim anlayışı nasıl olmalı? Yerel yönetimler demokratikleşme nasıl sağlanır?
Zergan Deresi'nin pırıl pırıl akmasını sağladığın vakit bu olur. Zergan Deresi'nin temizlenmesi için çok peşinde koştum? Çünkü bir simgeydi. Zergan Deresi pırıl pırıl aksın diye demokratik hakkını kullanan bir kesim olması lazım orada. Kızıltepe halkının, Diyarbakır halkının, İstanbul halkının, Kadıköy halkının yaşam koşullarını... Nerede oturuyorsan, verdiğin paranın karşılığını sorduğun vakit demokratik olarak hepsi gelir. Türkiye'nin kendi siyaset kurumunun, kavga rejiminin demokratikleşmesi lazım. Ama toplumun da bunu talep etmesi lazım. Bu, vergiyi denetlemekle başlıyor.
Zergan Deresi pırıl pırıl akarsa demokraikleşme olur. Demokratik havalandırmaya ihtiyaç var. Türkiye çürüyor, çürüme hızlandı.
Yaşadığın yerde "Ya bu bana yaraşır bir yer değil. Bunun düzeltilmesi gerekir. Bunun parasını ben veriyorum" diye sormak lazım. Siyasetçinin sadece siyasi iktidar kavgası değil, toplumun niteliklerini daha üst düzeye çıkaracak, bir talebin de sözcülüğünü yapması lazım. Türkiye Balkan Savaşları gibi. Siyasi kavgalarla, iktidar el değiştirmesiyle hallolabilecek bir yeri geçtik. Çok ağır bir çürüme var. Başa çıkılamaz bir süratle bu çürüme devam ediyor. Ama siyaset kurumu çürüyünce kim bizi kurtaracak? Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı niye 40 yıldır uygulanmaz? Anayasası -ki o askeri anayasa- şimdi bunu da arıyoruz. Niye Zergan temizlenmez? Niye kendimize değer vermeyiz? Niye siyaset bunu bahane edip de sınıf atlayanların tekelinde kalır? Hepsini birarada görmek lazım. Kim gelirse gelsin o rejim aynı kaldıkça değişmiyor. O zaman çok temelden bir demokratik havalandırmaya ihtiyaç var. Çünkü Türkiye bu krizde çok ağır bir yere geldi. Çürüyor, çürümesi hızlandı. Bu eski laflarla, şunlarla, bunlarla öyle bir şey değil.
Türkiye nasıl demokratikleşir?
Strazburg'a git iki dil vardır. Anadili farklıysa kendi vatandaşına uygun hareket et, bunlar sorun değil. Bunlar Türkiye'de sorun. Norveç'te yeni bir eve taşındın, 3 gün içinde internet bağlanmazsa temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmiş sayılıyor. Temel hak ve özgürlükler, her türlü ihtiyacın devlet tarafından giderilmesi demek. Anadilinle konuşmak ihtiyaç bile değil, en doğal şey. Düşünce, ifade, barınma, güvenlik hepsi temel hak. İnsanım ve insan olarak yaşayabilmem için bunlara ihtiyacım var dediğin her şey temel hak ve özgürlüktür. Şimdi bunları bölüp, ırk, din ve mezhep konuşuyorsun. "Bunu konuşamazsın. Bu haindir, bu gayrimüslimdir, bu Müslümandır, bu Sünni'dir, bu Alevi'dir..." Bunların aşıldığı yerde başlıyor siyaset. Bizde siyaset oraya gelemiyor. İnsan haklarının bir bütün olarak kabul edilmemesinden nemalanıyor. Devlet de bunu uygulamıyor.
Yarın: GAB Eşbaşkanı Neslihan Şedal'dan 'yerele yetki' önerileri
MA / Berivan Altan
